Ekonomi Notları – 57
Ömer Madra: Dillerimizden hiç düşmeyen ve sürekli olarak “mucize” rakamları birbiri ardından gelen büyüme meselesiyle ilgili yeni bir araştırmadan bahsedeceksin galiba? Türkiye’de büyümenin mikro temellerine biraz bakalım istersen?
Hasan Ersel: Benimle beraber çalışan genç arkadaşım Cenk Tarhan (Yapı Kredi Bankası Araştırma Bölümü), üç ayda bir İstanbul Borsası’nda kayıtlı olan şirketlerin mali tablolarını kullanarak şirketler düzeyindeki gelişmeleri inceliyor. İmalat sanayiinde 152 tane şirket üzerinde çalışıyor. 152 rakamı düşük gibi gözükebilir, fakat bunlar büyük firmalar. Türkiye’nin imalat sanayii üretiminde ağırlıkları fazla.
Ben şimdi onun çalışmasının bir bölümüne değineceğim. Bu bölümde, bu 152 şirket bütüncülleştiriliyor, bir üretim kesimiymiş gibi bakılıyor. Böyle bakmanın sınırlılıkları var ama bu, milli gelir hesaplarındaki imalat sanayii kesimine bakış açısına benziyor. Elimizde şu anda en son Mart 2003 sonuçları var.
Yılın ilk çeyreğinde ilk dönemde biliyorsunuz milli gelirimizin artış hızı % 8.1 (Gayri safi yurt içi hasıla cinsinden ölçüldüğünde). Maaşallah!… İmalat sanayii gelirindeki artış da % 9.2 oldu.
Ben şimdi Cenk Tarhan’ın yapmakta olduğu çalışmada elde ettiği sonuçlara bakmak istiyorum. Sözkonusu sanayi şirketlerinde bu büyümeyi haklı çıkarabilecek gelişmeler var mı? Tabii bunun yanı sıra bu şirketlerin mali tablolarından öğrenebileceğimiz başka şeyler olup olmadığına da bakacağım.
Önce bu şirketlerin satışlarına baktım. Bir yıl öncenin aynı dönemine göre reel olarak (yani fiyat artışlarına ilişkin düzeltme yapıldıktan sonra) satışlar % 13.9 artmış. Ciddi bir satış artışı olduğu söylenebilir. Üstelik bu gayri safi satış rakamları, onlardan iskonto yapılıyor. Ekonomi sıkışınca, malları satmak zorlaştığı için iskonto oranları yükselir, ekonomi rahatlayınca da düşer. Nitekim yapılan satışlardan indirimler kaleminde de reel % 95’lik bir düşme var. Demek ki daha rahat satabilmiş. Bunlar da olumlu. Böyle bakınca net satışlardaki artış oranı % 20.4’e ulaşıyor.
ÖM: Oldukça iyi.
HE: Yalnız burada ilginç olan bir nokta daha var. Satışları ikiye ayıralım; dış ve iç piyasaya yönelik satışlar: İç piyasaya yönelik satışlardaki artış oranı sadece % 10. Dış piyasaya ise % 29.7. Bu rakamlardan da anlaşılacağı üzere, bu örneğe giren firmaların satışlarının % 20’si dış piyasaya ve dışsatım iyi gidiyor. Buna karşılık iç piyasa o denli hızlı büyümüyor.
İkinci baktığım rakam satış maliyetleri. Geçen senenin aynı dönemine göre satış maliyetlerinde % 13.6 artış olmuş. Gayri safi satış hızına çok yakın… Demek ki kârlılığı çok artıran bir gelişmeden söz etmek zor.
Meşhur kalemimize bakıyorum: stoklar… İş adamlarına “15 aydır stok biriktiriyormuşsunuz” diye sorunca “niçin bana hakaret etmeye çalışıyorsunuz beyefendi?” diyorlar. Çünkü bu kadar yüksek faizlerde malı üret, stokla. Akıllıca bir iş değil…Bu firmalarda stok birikimi çıkıyor. Ama sadece % 14.9 oranında. Satışlar % 13.9 arttığında stok da % 14.9 artmış, normal değil mi? Satışınızın belli bir oranında stok tutarsınız… Sanayiciler de öyle yapmış. Dolayısıyla böyle olağanüstü, milli gelirin kullanım biçimini altüst edecek bir stok artışı görünmüyor. Şunu da söyleyeyim: aslında hesabı biraz daha detaylı yapınca stokların satışlara oranı hafifçe düşmüş bile... 2 puan kadar...
Net dönem kârında reel düşüş % 34
Firmaların kârları ne olmuş, diye sorabilirsiniz. Önce faaliyet kârına bakalım; bir önceki yılın aynı dönemine oranla % 10.6 düşmüş reel olarak. Yani enflasyona göre düzeltme yapıldığında elde edilen kâr 2002 yılının ilk çeyreğine oranla daha az. O halde bu gelir kaleminde de olağanüstü artışlar olduğu söylenemez.
Oysa “esas faliyet kârı” ciddi olarak artmış. Bu net satış değerinden, satışların maliyeti ve faaliyet giderlerinin çıkarılmasıyla ulaşılan bir rakam. Peki nasıl oluyor da faaliyet kârında reel olarak düşüş yaşanmış? Bunun önemli nedeni finansman giderlerindeki artışlar. 2002’nin ilk çeyreğinde firmaların finansman giderleri istisnai sayılabilecek derecede düşük görünüyor. Bu rakam daha sonra yükselmiş. Bu da faaliyet kârlarının o kadarartmadığı bir dünyaya getiriyor. Nitekim “net dönem kârına” geldiğiniz zaman oradaki reel düşme % 34 oranına geliyor. Bunun temel nedeni de ödenecek vergiler ve yasal yükümlülüklerdeki artış.
Şirketler bu gelişmeyi nasıl finanse ettiler? Burada ilginç bazı noktalar var. Bunlardan ilki, bir yıl öncenin aynı dönemine göre, kısa dönemli banka kredilerinin kullanımında reel olarak % 10 azalma olması. Demek ki şirketler bankalardan fazla kaynak almıyorlar ya da alamıyorlar. (Tabii hangisi olduğunu kestirmek olanaklı değil.) Buna karşılık uzun dönemli mali borçlarında % 34.8 reel artış var. Bu da sözkonusu şirketlerin bir kısmının İstanbul Yaklaşımı içine girmesi nedeniyle kısa vadeli yükümlülüklerinin uzun vadeliye çevrilmesinden doğan bir sonuç. Bu çok önemli bir nokta. Bu şirketleri rahatlatan bir gelişme ama, olayı bir de bankalar kesimi açısından okuyalım. Bankalar kesiminin bilançosunda da uzun vadeli kredilerin payı artmış; yani aktif biraz daha donuklaşmış. Ama bu uzun vadeli varlıkların finansman kaynağı ise kısa vadeli, hatta çok kısa vadeli mevduat. Dolayısıyla bankaların bilançosunda bir vade uyuşmazlığı sorunu var [ya da var olan sorun biraz daha büyüdü]. Ama bu sürpriz değil, İstanbul Yaklaşımı dediğiniz olay budur. Rakamlar sadece bunu doğruluyor.
Şirketlerin öz kaynaklarına gelince, bir artış var. Geçen senenin aynı dönemine göre reel olarak % 10.9 artış olmuş. Yalnız bir konuya dikkat çekmek istiyorum, 2002’nin sonundan sonra ne olmuş diye baktığınızda, öz kaynaklarda % 5.6 düşüş var. Yani sermaye artırımı olayı büyük ölçüde geçen sene yapılmış.
Özetle, imalat sanayii şirketlerine baktığımız zaman, Türkiye’de bir büyüme olduğunu görüyoruz. Stok birikimi olduğu biraz kuşkulu. Anlaşılıyor ki orada milli gelir istatistiklerinin hesaplanmasında bazı yöntemsel sorunlar var. İhracat ciddi artıyor, dolayısıyla dış pazar nedeniyle üretim artışı daha önemli gibi gözüküyor. Sanayinin, bankacılık kesiminden gereksinim duyduğu işletme sermayesi için kaynak temin etmekte zorluk çektiği anlaşılıyor. Bu da büyümenin kalıcılığı ya da sağlıklılığı konusunda sorun doğurabilir. Çünkü bu kaynak bulunabilirse üretim devam eder, "bu kaynak bulunamıyor, o halde kamu müdahalesiyle bir şey yapalım" denirse, enflasyonist bir ortama yönelme tehlikesi ortaya çıkıyor. Bu nedenlerle, büyümenin kalıcılığı konusunda bir soru işareti var. Yalnız, gözlemlerimiz yılın ikinci çeyreğinde büyümenin devam ettiği, hatta daha da iyi olduğu şeklinde.
Cari açık öngörüleri muhtelif
ÖM: Yalnız, bu mucizevi büyümeyi izah edecek araçlardan henüz tam yararlanacak durumda değiliz anlaşılan?
HE: Elimizdeki parçaları tek tek birleştirirsek bazı şeyleri söyleyebiliyoruz. Örneğin bankalar kesimi şirketler kesimine kredi açmakta tedirginken, tüketici kredilerinde daha rahat olabiliyor. Bunun nedeni de tüketici kredileri küçük küçük rakamlar, orada risk daha iyi hesaplanabiliyor, (bankalar da risk hesaplamasını daha iyi öğrendiler) onun için tüketici kredilerine biraz daha ağırlık verebiliyorlar. Tüketici kredilerinde bir hareketlenme de görüyoruz. Dolayısıyla banka şirkete üretsin diye kredi veremiyor ama satmasını sağlayacak talep kısmını destekleyecek bir miktar güçleri var. Dolayısıyla oradan gelen bir olumlu etki var.
İkinci olarak, büyüme böyle yüksek gözüktü çünkü bir yıl öncenin bu döneminde büyüme hızı çok düşüktü. Toparlanma başladığı tarihten itibaren rakamlarımız böyle büyük büyüme hızlarını, ne makro düzeyde ne mikro düzeyde, vermeyecek. O yüzden mucizenin bir nedeni de geçen yıl temel alınan noktanın zayıf olması.
ÖM: Bu ihracat artışı iyi bir miktar olarak görünüyor, yalnız ithalatın da artmasını gerekli kılmıyor mu bu?
HE: Çok iyi bir soru, onu söylemeyi unuttum, şirketlerin bu yapısına bakınca maliyetlerde ciddi bir yükselme de oluyor demiştim. Bu şirketlerin ihracatlarını sürdürebilmeleri için tabii ki maliyetlerini kontrol etmeleri gerekli. TL’nin reel olarak değerlendiği bir durumda bir ara malını dışarıdan almanız iç piyasadan almaya oranla daha avantajlı. Bu durumda özellikle ihracat yapan endüstrilerde ithal malı girdi kullanma eğiliminin yükselmesi beklenir, sanıyorum da, olmakta olan odur. Yılın ilk aylarından itibaren ithalât artmaya başladı, halen de devam ediyor. Sanıyorum başka türlü olanaklı değil; dünya pazarına çıkıyorsunuz içerideki maliyet artışlarının tümünü yansıtmaya kalksanız sizden çok daha düşük enflasyonu olan ülkelerle rekabet edemezsiniz, ithalat artmak zorunda.
Ödemeler dengesi cari açığı tahminlerinde bunu göz önüne almak gerekli. Bazı araştırmacılar 2003 yılı sonu itibariyle cari açığın 10-12 milyar dolar olacağını söylüyorlar. Ben böyle olmayacağını düşünüyorum. Çünkü ekonominin büyüme deseni onu göstermiyor. Bir de 3 milyar dolarda kalır diye bir görüş var, ona da katılmıyorum, çünkü bu dediğim nedenle ithalatın artacağını bekliyorum. Ayrıca döviz gelirlerimizi de bu sonucu sağlayacak kadar artıramayabiliriz. Özellikle turizm gelirleri konusunda fazla iyimser olmamak gerekir. Aslında turist sayısı artıyor ama turist başına elde ettiğimiz gelir düşüyor. Çünkü oteller büyük indirim yapmak durumunda kaldılar. O yüzden, benim öngörüm, ödemeler dengesi cari açığının 6 milyar dolar dolayında olacağı biçiminde.
Ama bir noktayı vurgulayayım. Ekonominin dinamiğini belirlemede finans kısıtı çok önemli. Sağlıklı finansmanın sağlanıp sağlanaması. Bir de bunu keyfi biçimde, para basıp kırma eğiliminde olanlar var. MÜSİAD’dan söylemişler, galiba...
ÖM: Finans kısıtı ne demek?
HE: Bu üretimin devamı için hammadde almak, işçinin ücretini ödemek, vs. için firmaların mali kaynağa ihtiyacı var. Bunun bankalardan ancak belli bir miktarını temin edebilirler. Çünkü bankacılık sistemi görece küçülüyor, ekonomi büyüyor ama bankacılık o kadar büyümüyor, hatta küçülüyor bile. Bankaların mevduatları o kadar artmıyor. Diyeceksiniz ki insanlar tasarruf ediyor ki hazine bonosu alıyorlar. Doğru, ama insanlar hazine bonosu aldığında, bu para bankalara kaynak olarak gitmiyor; bankaların da şirketlere açabilecekleri kredi miktarını kısıtlıyor. Bu nedenle sistemde şirketlerin daha fazla büyümelerini kısıtlayan, onları zorlayan bir durum var. Bu kendisini nasıl gösterir? Faizlerin yükselmesi yoluyla. Faizlerin yükselmesi de kamu dengesi açısından hiç hoş bir şey değil, o yüzden de büyümenin düşük kalması, % 7-8’lere gitmeyip de % 4-5 civarında finansman dengenin oluşturulabileceği bir yere oturması aslında hem ekonominin bütünü, hem de iktisat politikasının başarısı için iyidir.
ÖM: Dolayısıyla ekonomide kritik nokta devam ediyor?
HE: Evet.
(10 Temmuz 2003 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır)